“29 Nisan 2021 Perşembe akşamı başlayıp, 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabahına kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz”

“29 Nisan 2021 Perşembe akşamı başlayıp, 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabahına kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz” Koronavirüs salgınına karşı alınan ve Ramazan Bayramı sonuna kadar sürecek yeni tedbirleri açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “29 Nisan 2021 Perşembe akşamı saat 19.
“29 Nisan 2021 Perşembe akşamı başlayıp, 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabahına kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz”
Yayın: 26 Nisan 2021 Bugün, GÜNDEM Google News

“29 Nisan 2021 Perşembe akşamı başlayıp, 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabahına kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz”

Koronavirüs salgınına karşı alınan ve Ramazan Bayramı sonuna kadar sürecek yeni tedbirleri açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “29 Nisan 2021 Perşembe akşamı saat 19.00’dan başlayıp, 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabah 05.00’a kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz. Bu tarihler arasında kesintisiz sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacaktır. İçişleri Bakanlığı genelgesinde belirtilen üretim, imalat, gıda, temizlik, sağlık gibi alanlarda istisna tutulan kuruluşlar hariç, tüm işyerleri faaliyetlerine ara verecektir” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.

Toplantıda ele alınan konulara dair açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:

“TÜM İSLAM ÂLEMİNİN RAMAZAN-I ŞERİFİNİ BİR KEZ DAHA TEBRİK EDİYORUM”

“Milletimin ve tüm İslam âleminin artık yarısını tamamlamak üzere olduğumuz Ramazan-ı Şerifini bir kez daha tebrik ediyorum. Bizleri başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedi azaptan kurtuluş olan Ramazan ayıyla buluşturan Rabbimizin bayrama da aynı şekilde hepimizi sağlıkla, afiyetle, huzurla eriştirmesini niyaz ediyorum.

Geçtiğimiz hafta Kabinemizde küçük bir değişiklik yapmıştık. Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızı hem ikiye böldük, hem de iki yeni isme buralarda görev verdik. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını Derya Yanık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı Profesör Doktor Vedat Bilgin arkadaşlarımız yürütecek. Ticaret Bakanlığı vazifesini de Mehmet Muş arkadaşımız devralmıştır. Kendilerine bir kez daha Kabinemize hoş geldiniz diyor, Rabbimden başarılar diliyorum.

Görevlerini devreden Zehra Zümrüt Selçuk ve Ruhsar Pekcan arkadaşlarımıza ülkemize yaptıkları hizmetler için şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Bu arkadaşlarımızla ilgili sosyal medyada yürütülen linç kampanyalarını kınıyorum. Ülkemize hizmet eden herkes gibi bu arkadaşlarımızı da hep şükranla hatırlayacak, gerektiğinde birikimlerinden istifade etmeyi sürdüreceğiz.

“KIBRIS’I ÇÖZÜMSÜZLÜĞE MAHKÛM ETMEK İSTEYEN ZİHNİYETE MÜSAMAHA GÖSTERMEYECEĞİZ”

Bugün Kabine Toplantımızın öncesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ı misafir ettik. Sayın Tatar’la görüşmemizde ikili iş birliği konularını, yarın Cenevre’de gerçekleştirilecek 5+1 Birleşmiş Milletler toplantısını ele aldık. Sayın Tatar, Cenevre’de Kıbrıs Türk halkından aldığı destekle egemen eşitliğe dayalı, iki devletli çözüm vizyonunu gündeme getirecek. Türkiye olarak biz de bu vizyona tam destek vereceğiz.

Özellikle Kıbrıs’ı çözümsüzlüğe mahkûm etmek isteyen, Kıbrıs Türkü kardeşlerimizi ambargolarla yıldırmaya çalışan zihniyete müsamaha göstermeyeceğiz. Toplantının sonucu ne olursa olsun Kıbrıs Türkü kardeşlerimizin yanında durmaya devam edeceğiz.

Bilindiği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’miz geçtiğimiz günlerde kara ve hava unsurlarıyla PKK-YPG terör örgütünün Kuzey Irak’taki fesat yuvalarına karşı kapsamlı bir operasyon başlattı. Türkiye sınırları dışından ve içinden maruz kaldığı terör saldırılarına karşı 2015 yılından itibaren terörle mücadelesinde yeni bir konsepte geçmiştir.

“TERÖR ÖRGÜTLERİNE AĞIR DARBELER İNDİRDİĞİMİZ OPERASYONLAR YÜRÜTTÜK”

Artık teröristlerin burnumuzun dibine kadar gelip eylem yapmasını beklemeden terör örgütlerini inlerinde bulup yok etme stratejisiyle hareket edeceğimizi tüm dünyaya duyurduk. Bu doğrultuda hem sınırlarımız içinde, hem de sınırlarımız ötesinde terör örgütlerine yönelik tarihlerinde görülmemiş ağır darbeler indirdiğimiz operasyonlar yürüttük, harekâtlar gerçekleştirdik. Pençe Şimşek ve Pençe Yıldırım adı verilen son operasyonlarımız da işte bu amaçla yürütülmektedir. Operasyonlarımızda görev alan kahraman askerlerimizin her birini alınlarından öpüyor, gazalarının mübarek olmasını diliyorum.

Cumartesi günü Harekât Merkezine bağlanarak askerlerimize terörle mücadeledeki kararlılığımız ile başarı temennilerimizi ifade ettik. Irak ve Suriye sınırlarımızı terör örgütlerinin tacizinden tamamen kurtardığımız gibi, inşallah sınırlarımız ötesinde de herhangi bir terör oluşumuna kesinlikle izin vermeyeceğiz. Her ne kadar bu konudaki hassasiyetlerimizi ve kararlılığımızı hâlâ anlayamayanlar varsa da biz sahada ve masada yürüttüğümüz mücadeleyle hakikatleri herkese kabul ettireceğiz.

Tabii bu arada iki şehidimiz var ve bu iki şehidimize de Allah’tan rahmet diliyorum, mekânları inşallah Cennet olsun. Yaralılarımız, onların da ağır bir durumu söz konusu değil, Rabbimden kendilerine şifalar diliyorum.

Suriye’de sınırlarımızın dibinde bir terör oluşumu peşinde koşanların da er geç bu gerçeği göreceklerine inanıyorum. Biz kimin ne dediğine, kimin kiminle yürüdüğüne bakmadan ülkemizin ve milletimizin bekası için ne gerekiyorsa onu yapmayı sürdüreceğiz. Allah Türkiye’nin ve onun gözbebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, kahraman Mehmetçiğimizin yar ve yardımcısı olsun diyorum.

“ABD BAŞKANI BİDEN, HAKSIZ VE HAKİKATLERE AYKIRI İFADELER KULLANMIŞTIR”

Aziz milletim; Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden 24 Nisan günü yayınladığı bir mesajda coğrafyamızda bir asırdan daha uzun süre önce yaşanmış acı olaylarla ilgili mesnetsiz, haksız ve hakikatlere aykırı ifadeler kullanmıştır. Hiçbir tarihî ve hukuki temeli olmayan bu ifadeler milletimizin her ferdi gibi bizi de ziyadesiyle üzmüştür. Açıklamadaki ifadelere radikal Ermeni çevrelerin ve Türkiye karşıtı grupların baskısıyla yer verildiğini düşünüyoruz. Ancak bu durum ortaya çıkan tablonun iki ülke ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmıyor.

Türkiye olarak tarihte yaşanan acıların yarıştırılması gibi bir anlayışı kesinlikle insani bulmuyoruz. Ama şayet böyle bir yola girilecekse bu yarıştan alnı ak, vicdani müsterih, kalbi mutmain çıkacak tek millet ve devletin biz olduğunu da hatırlatmak isteriz. Amerika ve Avrupa başta olmak üzere bize soykırım ithamını yönelten çevrelerin hepsi de böyle bir mukayese sonrasında insan içine çıkamayacak hâle gelecektir.

Esasen son iki asırda en büyük sivil can kayıpları ve buna bağlı nüfus hareketleri Osmanlı coğrafyasında, yani bizim vatanımızda olmuştur. Osmanlı, Balkanlardan ve Kafkaslara uzanan topraklarındaki nüfusunun neredeyse yarıya yakınını oluşturan 10 milyon insanının yarısı ölüm, yarısı sürgün acısını yaşamıştır. Üstelik bunu biz söylemiyoruz, bizzat Batılı tarihçiler ifade ediyor.

“MİLLET OLARAK BUGÜNE KADAR KENDİ ACILARIMIZI İSTİSMAR ARACI HÂLİNE GETİRME GİBİ BİR ZİHNİYETLE HAREKET ETMEDİK”

Dikkat ederseniz bu 10 milyon insanla ilgili ne silahlı bir çete fotoğrafı, ne geride bıraktıkları kanlı izler, ne utanç verici başka herhangi bir hikâye göremezsiniz, bulamazsınız. Ama aynı insanlarla ilgili anıtlara, lobilere, meclis kararlarına veya haklarının aranması anlamına gelecek bir faaliyete de rastlamazsınız. Sadece dedelerin torunlarına yürekleri burkularak, gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak anlattıkları acı hatıraları vardır. Çünkü bu insanlar Türk’tür, çünkü bu insanlar Müslümandır. Dolayısıyla Batılının gözünde istismara müsait malzeme değildir.

Millet olarak bugüne kadar kendi acılarımızı istismar aracı hâline getirme gibi bir zihniyetle hareket etmedik. Bizim acılarımızı kalbimize gömüp sadece ileriye bakma erdemimizi sanıyoruz bazıları yanlış anlıyor. Buna göre bizim de Batıda Balkanların kaybından, doğuda uğradığımız işgallerin hesabına, güneyimizde bize verilip tutulmayan sözlere kadar kapsamlı bir muhasebe yapıp ortaya çıkan faturayı da muhataplarımızın önüne koymamız gerekiyor.

Hiç sınırlarımız dışına çıkmaya bile gerek yok, Adana’dan Antep ve Maraş’a, İzmir’den Afyon’a, İstanbul’dan Çanakkale’ye, Kars’tan Artvin’e kadar her şehrimiz kendi kayıplarının peşine düşse bile yeter. Aynı yaklaşımı tüm mazlum toplumların, coğrafyaların da göstermesi halinde ortaya nasıl bir sonuç çıkacağını kim bilebilir?

Batının Ermeni meselesindeki tutumu ve terör örgütlerine karşı sergiledikleri riyakâr tavrın sonu işte bu yola çıkıyor.

Biz hâlâ en başta söylediğimiz yerdeyiz; tarihteki olayların araştırılması ve hakikatlerin ortaya çıkartılması bu işin erbabına, yani tarihçilere bırakılmalıdır, siyasetçilere değil. Yıllardır dile getirilen Ermeni iddiaları konusunda ortak bir tarih komisyonu kurulması teklifimize hâlâ bir cevap alamadık.

Kendi arşivlerimizi tamamen bu komisyonun araştırmalarına açma taahhüdünde bulunduk, ama muhataplarımızdan yine ses çıkmadı. Biz kendimize bu kadar güvenirken, karşı tarafın iddia sahibi olarak gerçeklerin peşinde koşmak yerine meseleyi ısrarla siyasi zemine taşıması işin aslını göstermeye zaten tek başına yeterlidir. Bununla birlikte ülkemizde ve dünyada bu konuda hala kafası karışık olanlar için meseleyi özetle anlatmak istiyorum.

“ANADOLU, ASIRLAR BOYUNCA FARKLI KÖKENDEN VE İNANÇTAN İNSANIN HUZUR İÇİNDE YAŞADIĞI BİR COĞRAFYA OLMUŞTUR”

Aziz milletim; Anadolu, ecdadımızın yönetiminde asırlar boyunca farklı kökenden ve inançtan insanın huzur içinde yaşadığı bir coğrafya olmuştur.

Pek çok toplum gibi Ermeniler de bu dönemde dini özgürlüklerini kazanmışlar, sosyal statülerini güçlendirmişlerdir. Tarihimize 93 harbi diye geçen hadiseye kadar bu barış iklimi sürmüştür. Osmanlı’nın son döneminde ülkedeki pek çok kesim Batılılar tarafından tahrik edilerek cesaretlendirilerek, silahlandırılarak bize karşı ayaklandırılmışlardır.

Bugün üzerinden çok sayıda devletin yer aldığı Balkan toprakları işte bu şekilde başlatılan asimetrik savaşlarla ülkeden koparılmıştır. Doğu’da da aynı senaryo Çarlık Rusya’sının da iştirakiyle Ermeniler üzerinden oynanmıştır. Birinci Dünya Savaşına kadar 40 civarında isyan çıkartan Ermeni çeteler bu dönemde kontrolden çıkarak büyük katliamlara yönelmişlerdir.

Batılıların siyasi ve ekonomik, Rusların da askerî desteğiyle palazlanan Ermeni örgütleri köyleri ve şehirleri basıp önlerine gelen herkesi kadın, çocuk, ihtiyar demeden öldürmüşlerdir. Mensuplarının toplamı 150 bin ile 300 bin arasında ifade edilen bu çeteler topraklarımıza saldıran Rus ordusunun saflarında da aktif olarak bize karşı savaşmışlardır.

Van’dan Kars’a, Erzurum’dan Anadolu içlerine kadar pek çok yerde sayıları milyonla ifade edilen tamamı sivil Türk ve Kürt nüfus Ermeni çeteler tarafından katledilmişlerdir. Peki, 24 Nisan’da ne olmuştur? Aslında 24 Nisan’da insani trajedi anlamında hiçbir şey olmamıştır. 24 Nisan 1915 tarihi sadece Osmanlı Devletinin savaş halinde bulunduğu ülkelerle bir olup aleyhine faaliyet yürüten Taşnak, Hınçak ve Ramgavar gibi örgütleri kapatıp, 235 yöneticisini tutukladığı gündür. Daha ortada ne sevk ve iskân kanunu, ne de bunun uygulaması olmadığı için yaşanan herhangi bir can kaybı da söz konusu değildir.

Ülkemizdeki Ermeni toplumu dünyadaki genel uygulamaya paralel şekilde bu tarihi kendi acılarını anma günü olarak kabul etmiştir. Biz de gerçekte bu tarihte ne olduğunu bilmemize rağmen, Ermeni toplumunun tercihine saygı duyarak kendilerine bir süredir acılarını paylaşan mesaj gönderiyoruz.

Osmanlı Devletinin 24 Nisan’da yaptığı bu tutuklamaların ardından 27 Mayıs’ta sevk ve iskân kanunu çıkartılmış, 1 Haziran’da da uygulamasına geçilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide veya tehlikeye değil, bir fiil yürüyen bir isyana ve artarak süren katliamlara karışı alınmış bir tedbirdir.

“ERMENİ ÇETELERİ SADECE ANADOLU’DA SAVUNMASIZ SİVİL TÜRKLERİ VE KÜRTLERİ, KAFKASYA TARAFINDA DA ÇERKEZLERİ KATLETMİŞLERDİR”

Dikkat ederseniz bu tarihler Osmanlı Devletinin Çanakkale başta olmak üzere pek çok cephede tarihî bir mücadele yürüttüğü döneme tekabül ediyor. Genel seferberlik sebebiyle eli silah tutan erkeklerin hemen tamamı cephede olduğu için geride sadece savunmasız kadınlar, çocuklar, yaşlılar kalmıştır.

Ermeni çeteleri Türk ordusuyla veya şehirlerini koruyan silahlı Türk milisleriyle çatışmamış, sadece masum ve savunmasız insanları katletmişlerdir. Mesela, Van’ın Zeve Köyünde yaşayan 2500 sivilin tamamı tek bir fert hayatta bırakılmaksızın Ermeni çeteciler tarafından şehit edilmişlerdir. Sadece Muş’ta 1 yıl içinde 20 bin vatandaşımız katliama maruz kalmıştır. Hızlarını alamayan Ermeni çeteciler Trabzon civarındaki Rum ve Hakkâri’deki Musevi Osmanlı vatandaşlarını da topluca öldürmekten çekinmemişlerdir.

Şayet ortada tarafların karşılıklı savaşmış olmalarından kaynaklanan bir kayıp olsa bu da bir yere kadar anlaşılabilir. Ama tekrar ediyorum, Ermeni çeteleri sadece Anadolu’da savunmasız sivil Türkleri ve Kürtleri, Kafkasya tarafında da Çerkez’leri katletmişlerdir. Ermeni çeteciler yaptıkları katliamları ve yüz binlerce insanı göçe zorladıklarını övünerek anlatmışlardır. Bununla ilgili pek çok belge bölge ülkelerinin arşivlerinde mevcuttur.

Osmanlı Devleti çıkardığı sevk ve iskân kanunuyla bu katliamları gerçekleştiren çetelerin dayandığı Ermeni nüfusu geçici olarak başka bölgelere gönderme kararı almıştır. Üstelik bu karar ülkedeki tüm Ermenileri değil, sadece çete saldırılarının yoğun olduğu yerlerde ki Ermeni nüfusu kapsamaktadır. Sevk ve idare kanunuyla yeri değiştirilen Ermeni nüfusun sayısı konusunda da pek çok tezvirat ortada dolaşmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı topraklarında Ermeni nüfusun toplamı 1 milyon 300 bin olarak kayıtlarda yer alıyor. Şu anda ben belgeyle konuşuyorum, Sayın Biden gibi konuşmuyorum. Biden neye dayanarak nasıl konuşuyor bilmiyorum. 1 milyonun üzerinde şu anda arşivlerimizde belge var, buyursunlar gelsinler belgeleri incelesinler. Acaba Amerika’nın arşivlerinde ne kadar bu konuda belge var? Veya varsa bu belgeleri açabiliyor mu? Avrupa’da var mı? Varsa açabiliyor mu? Biz hodri meydan diyoruz. Ama bugüne kadar bizim bu çağrılarımıza cevap veremediler.

Şu anda bu nüfusun yaklaşık 350 bini savaş döneminde Rus topraklarına geçmiştir. İran’a gidenlerle birlikte bu rakam 500 bine ulaşmaktadır. Dolayısıyla, sevk ve iskâna tabi tutulanların sayısı Amerika’nın kendi raporlarında bile en fazla 600 bin olarak belirtilmektedir ki, gerçek rakam daha da azdır. Osmanlı’nın Ermeni nüfusu yer değiştirme işlemi sırasında salgın hastalıktan, asayiş sorunlarından veya güvenlik güçleriyle çatışırken hayatını kaybedenlerin sayısı ise 150 bini ancak bulmaktadır. Elbette bu 150 bin kişinin her biri bir candır ve önemli bir rakamdır. Gerçek rakamların bir sıfır ilaveyle abartıldığını bizzat Ermeni tarihçilerin ve siyasetçilerin kendileri de itiraf ediyor. Yine Ermeni tarihçiler kayıpların çoğunun cephedeki savaşlarda yaşandığını da belirtirler.

“ERMENİLERE AİT TOPLU MEZARA RASTLAYAMAZSINIZ, ÇÜNKÜ BÖYLE BİR HADİSE YAŞANMAMIŞTIR”

Aziz milletim, Osmanlı Devleti Ermeni nüfusu başka bir yere göndermemiş, kendi toprakları içinde yer değiştirtmiştir. Bu kanuna tabi kişilere hazırlık için 1 hafta süre verilmiş, mazereti olanlar da sevkten muaf tutulmuşlardır. Sevk işlemleri sırasında gereken idari tedbirler alınmış, bunun için gereken tahsisatta yerel birimlere gönderilmiştir. Bu dönemde kimsesiz kalmış olan Ermeni çocuklara sahip çıkılarak kendileri için yetimhaneler kurulmuştur Sayın Biden. Mağdur durumda olan Ermeni nüfusa dışarıdan yardım gönderilmesine de hiçbir zaman engel çıkartılmamıştır. Ülkemizde pek çok yerde Ermenilerin katlettiği Türklere ait toplu mezarlar vardır, ama hiçbir yerde Ermenilere ait toplu mezara rastlayamazsınız, çünkü böyle bir hadise yaşanmamıştır.

Savaş döneminde ülkemiz topraklarında çoğu İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak üzere 300 bin Ermeni yaşamayı sürdürmüştür. Şu anda İstanbul’umuzda yine 100 bin Ermeni yaşamaktadır. Biz bu konularda hiçbir zaman dışlayan olmadık, savaş sonrası geri dönenlerle bu rakam bir ara 650 bine yaklaşmıştır. Herhalde insanlar katledildikleri, soykırıma uğratıldıkları bir yere gönüllü olarak geri dönmezler Sayın Biden.

İngilizler tarafından 1921 yılında yapılan bir nüfus istatistiğinde eski Osmanlı coğrafyasındaki toplam Ermeni nüfus 1,2 milyona yakın olarak belirtilmektedir. Bu rakam savaş öncesi nüfusla ve savaş sırasındaki gerçek kayıplarla uyumludur. Bilhassa Suriye, Ürdün, Lübnan gibi yerlere gönderilen Ermenilerden önemli bir kısmı zamanla Amerika Kıtasına ve Avrupa’ya göç etmişlerdir.

Ermeni tezlerini destekleyenler o dönemde evlerinden ayrılan herkesi öldürülmüş gibi göstererek soykırım yalanlarını desteklemeye çalışmaktadır. Eğer Osmanlı Sevk ve İskân Kanunuyla iç karışıklık yaşanan bölgelerdeki Ermeni nüfusu başka yerlere göndermediyse, cephelerdeki askerlerini çekmek mecburiyetinde kalacaktı.

Daha açık bir ifadeyle, mesela Çanakkale’de veya Kudüs’te savaş askerlerimizi karışıklık yaşanan bölgeleri güvenli hâle getirmek için oraya göndermemiz gerekecekti. Böylece Osmanlı cephede düşmanla değil, sınırları içindeki çetecilerle mücadele ederken savaşı kaybetmiş olacaktı. Allah göstermesin, bu tehlikeli süreç bizi ağır bir esaretle yüz yüze bırakarak İstiklal Harbimizi dahi tehlikeye atacak boyuta ulaşabilirdi, zaten o günlerde savaştığımız düşmanların istediği de buydu. Ermenileri bu sinsi senaryoda acımasızca kullanmışlar, amaçlarına ulaşmayınca da ölülerini dahi istismar etmekten çekinmemişlerdir.

Hâlbuki diğer tarafta şöyle bir gerçek vardı: Çok değil, bir asır önce bugünkü Ermenistan Devletinin bulunduğu coğrafyadaki nüfusun yüzde 80’inden fazlası Müslümanlardan oluşuyordu, burası çok önemli. Oysa bugün aynı coğrafyada Türk ve Çerkez nüfustan oluşan Müslümanlardan neredeyse kimse kalmamıştır. Yaklaşık 30 yıl önce işgal edilen Dağlık Karabağ ve Azerbaycan şehirlerinde yapılanlar da ortadadır.

“TÜRK MİLLETİNE SOYKIRIM YAFTASINI YAPIŞTIRAMAZSINIZ”

Şimdi buradan ben yine sesleniyorum; Sayın Biden, Minsk Üçlüsü diye bir üçlü oluşturulmuştu. Burada kim vardı? Amerika. Kim vardı? Rusya. Kim vardı? Fransa. 30 yıl bu işgalden kurtarmadınız oradaki insanları. Ve Azeri kardeşlerimiz ne yazık ki 1 milyonu aşkın oralardan hicret etmek durumunda kaldılar. Ve bütün o yerler, o Karabağ, bütün binaları, her şey maalesef yakıldı, yıkıldı. Eğer soykırım diyorsanız, şöyle kendinizi aynaya bakıp bir değerlendirmeniz lazım. İşte bütün gerçek ortada. Karabağ.

Kızılderilileri zaten söylememe gerek yok, onlar her şeyiyle ortada.

Bütün bunlar, bu gerçekler ortadayken sizler kalkıp da Türk’e, Türk milletine soykırım yaftasını yapıştıramazsınız. Bakın buralarda on binlerce sivil insan katledilirken 1,5 milyon Azerbaycanlı kardeşimiz evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. En başından beri Ermeni çevrelerin soykırım yalanının üzerine bu derece abanmalarının sebeplerinden biri de yaklaşık 1,5 asırdır kendi yaptıkları kıyımlardan ve ihlallerden sorumlu tutulma korkularıdır.

Büyük vaatlerle kandırılan Ermenilerin hem Ruslar, hem de Avrupa ve Amerika tarafından aldatılmış olmanın utancı ve öfkesini bu yalanla örtmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Ermeni yalanlarını destekleyen çevreler de kendi tarihlerindeki utançların üzerini örtme telaşı içindeler.

Aziz milletim; toplamda 17 milyon insan öldüğü Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşanan sivil kayıplar üzerinden bir değerlendirme yapacaksak şunları da hatırlatmamız gerekiyor: Aynı dönemde Çarlık Rusya’sı topraklarından yaşayan yüz binlerce Alman ve Musevi kökenli vatandaşını Alman ordusuyla iş birliği yapma ihtimalleri olduğu iddiasıyla Sibirya tarafına sürmüştür.

Daha doğrusu sürgün adı altında bu insanların çok büyük bir bölümü açlık, hastalık ve soğuk altında ölüme terk edilmiştir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da kendi vatandaşı olan yüz binlerce Rus asıllı insanı kurşuna dizerek, asarak veya toplama kamplarında ölüme yollayarak ortadan kaldırmıştır.

“AMERİKA VE AVRUPA TARİHİNDE SOYKIRIM DİYE NİTELENDİRİLEBİLECEK NİCE HADİSEYE RASTLAYABİLİRİZ”

Balkanlar’da ve Kafkaslarda bizim uğradığımız 5 milyonu ölümle, 5 milyonu yerinden edilmeyle sonuçlanan kayıpları tekrar hatırlatmak istiyorum. Osmanlı’nın 1915’de gerçekleştirdiği Ermeni sevk ve iskânı sırasında yaşanan kayıpları işte bu iklimde değerlendirmek gerekiyor. Şayet Ermenilerin kayıpları soykırım olarak nitelendirilecekse, verdiğimiz bu örnekler başta olmak üzere aynı dönemde yaşanan tüm olaylar da aynı paranteze alınmalıdır. Hatta öncesine ve sonrasına gidecek olursak, Amerika ve Avrupa tarihinde soykırım diye nitelendirilebilecek nice hadiseye rastlayabiliriz.

Kızılderililerden siyahilere, Almanya’nın Dresden kentinde yapılanlardan Japon şehirlerine atılan atom bombalarına, özellikle Vietnam’dan Irak’a kadar pek çok başlıkta bu konular tartışmaya açılabilir. Güney Amerika’dan Afrika kıtasına ve Doğu Asya’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki nice toplumlar yaşadıkları zulümleri yüreklerinde hala bir yara olarak taşıyor.

Birinci Dünya Savaşında bizim topraklarımızda ortaya çıkan acı görüntüler ise aynı dönemde istisnasız herkesin yaşadığı sorunların bir kesitini teşkil ediyor. Soykırım kavramı ve bununla bağlantılı süreçler geriye doğru da işletilemeyecek şekilde 1948 ve sonrasına aittir. Burası çok, ama çok önemli; bu ithamın ifade edilebilmesi için ortada tarihçilerin üzerinde uzlaştığı somut deliller ve bunlara dayalı mahkeme kararları olması gerekir. Ermeni iddialarıyla ilgili ortadan herhangi bir somut delil olmadığı gibi, uluslararası mahkeme kararı da mevcut değildir.

Türkiye olarak yaptığımız ortak tarih komisyonu kurulması ve arşivlerin açılması gibi teklifler öncelikle meselenin tarihî olarak doğru bir zemine oturmasını amaçlamaktadır. Biz kendimizden emin olduğumuz için bu konularda her türlü konuşmaya, tartışmaya, araştırmaya, değerlendirmeye açığız. Hatta peşin hükümle aleyhimizde yayın yapacağını bildiğimiz araştırmacılara bile arşivlerimizi kapatmıyoruz; buyurun, gelin bakın.

Amerika ve Avrupa ülkeleri ise tarihî arşiv belgeleriyle konuşmaktan kaçanların safsatalarının, iftiralarının, yalanlarının yanında yer alarak sadece ve bize husumet göstermekle kalmıyor, bilime de ihanet ediyor. Sırf Ermeni yalanlarına prim vermedikleri, gerçeğin peşinde koştukları için saygın tarihçilere yapılan haksızlıklar ve saldırılar, soykırım yoktur demenin yasayla suç haline getirilmesi çabaları tam bir garabet örneğidir.

“PKK-YPG ÜZERİNDEN SURİYE’DE KURULAN TUZAĞI DA AYNI ŞEKİLDE PARÇALAYIP ATACAĞIMIZDAN KİMSENİN ŞÜPHESİ OLMASIN”

Asala terör örgütünün özellikle 1970’li yıllarda diplomatlarımıza, yani elinde silah olmayan sivil kamu görevlilerine karşı gerçekleştirdiği saldırıları da unutmadık, unutmayacağız Biden. Bu alçak eylemlerde hayatlarını kaybeden diplomatlarımızın katillerinin nasıl korunduğunu, cezaevlerinden nasıl salıverildiğini gayet iyi biliyoruz. Bir asır önceki hayallerin bir benzerinin Ermeni örgütlerinin bıraktığı yerden son 40 yıldır PKK terör örgütü vasıtasıyla hayata geçirilmeye çalışıldığının da elbette farkındayız. Allah’ın izniyle üzerimizde oynanan tüm oyunları nasıl hüsrana uğrattıysak, dün PKK üzerinden sınırlarımız içinde bir süredir PKK-YPG üzerinden Suriye’de kurulan tuzağı da aynı şekilde parçalayıp atacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Aziz milletim; Amerika Birleşik Devletleri’nin bu gerçekler ışığında attığı yanlış adımdan bir an önce dönmesini umut ediyorum. Soykırım gibi ithamlar siyasetin konusu olamayacak kadar hassas konulardır. Tarih ilmi bir kenara bırakılarak ülke başkanlarının, parlamentolarının bu tür konularda ahkâm kesmesi, işleri içinden çıkılmaz bir hâle getirmekten başka bir işe yaramaz. Biz tarihe husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek değil daha güzel bir geleceği inşa ederken ders almak için bakılması gerektiğine inanıyoruz. Yaşanan tartışmaların Ermeni toplumuna en küçük bir faydası olmadığı gibi tam tersine bu tür adımlar yeni sıkıntıların kaynağı hâline gelmektedir.

“BİZİM ERMENİ TOPLUMUYLA HİÇBİR SORUNUMUZ YOKTUR”

Bizim Ermeni toplumuyla hiçbir sorunumuz, sıkıntımız yoktur. Bin yıldır aynı topraklarda yaşadığımız bu insanların bir kısmıyla hâlâ barış ve huzur içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Her ne şekilde kurulmuş olursa olsun Ermenistan Devleti ile de iyi komşuluk esasına dayalı bir ilişki tesis etmek istiyoruz. Bunun için son 16 yıldır fedakârlığı hep bizim yaptığımız adımlar attık. Maalesef bu adımlarımıza samimi bir karşılık bulamadık.

Karabağ meselesinin çözümü ardından yeniden bir iş birliği zemininin doğduğuna inanıyoruz. Amerika Birleşik Devletleri Başkanının 24 Nisan açıklaması, hem bu süreci, hem de kendileriyle olan ilişkilerimizi zora sokmanın ötesinde bir anlama sahip değildir. Onlar tersini söylüyor diye güneş doğmayacak değildir. Onlar aksini iddia ediyor diye hakikat ışığı parlamaktan vazgeçecek de değildir. Uzun yıllar boyunca Amerika ile güvenilir müttefiklik üzerine kurulu yakın ilişkilerimiz olmuştur.

Türkiye’nin kırmızıçizgisi olan FETÖ ve PKK-PYD’ye verilen destek ile uyguladıkları ambargoyla müsebbibi kendileri olan S-400 krizi gibi hadiseler model ortaklık seviyesindeki ilişkilerimize zarar vermektedir. Son gelişmelerin üzerine adeta tuz biber olan 24 Nisan açıklamasıyla artık Türk-Amerikan ilişkileri bu seviyesinin de çok gerisine düşmüştür.

Biz millî birlik ve beraberliğimizden, tarihî mirasımızdan, coğrafi avantajlarımızdan ve eşsiz potansiyelimizden aldığımız güçle şartlar ne olursa olsun kendi hedeflerimize özellikle kilitlenerek yürüyüşümüzü sürdüreceğiz.

Haklı olduğumuzun gayet iyi bilindiği konularda bize ısrarla geri adım attırılmaya çalışılmasından artık yorulduk. Bu şekilde bizi yolumuzdan döndürebileceklerini sananlar yanıldıklarını anlamış olmalıdır.

Türkiye olarak tüm samimiyetimizle Amerika Birleşik Devletleri’yle de Avrupa Birliği’yle de eşit ve adil şartlarda birlikte çalışmak, beraber yol yürümek istiyoruz. Küresel, siyasi ve ekonomik sistemin yeniden şekillenme sürecinde bu iş birliğinin çok daha önemli ve herkesin faydasına olduğuna inanıyoruz.

“HERKESLE HER ZEMİNDE KONUŞMAYA, GÖRÜŞMEYE VARIZ”

Tek isteğimiz ülkemizin haksız, adaletsiz, çiftte standartlı marjinal grupların etkisiyle alınmış kararlara, uygulamalara, muamelelere maruz bırakılmamasıdır. İstiklalini ve istikbalini her şeyin üzerinde tutan bir ülke olarak bu duruşumuza saygı gösterilmesi halinde herkesle her zeminde konuşmaya, görüşmeye, anlaşmaya iş birliğine birlikte hareket etmeye varız.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden ile Haziran ayında kararlaştırdığımız görüşmede tüm bu konuları yüz yüze değerlendirerek yeni bir dönemin kapılarını aralayacağımıza inanıyorum. Tabi ben Sayın Biden’ına şunu da hatırlatmak isterim: Bir birbirimize yabancı değildik, aramızda farklı ilişkiler vardı. Sağ olsun evimize kadar gelip rahatsızlığımızda bizi ziyaret etme nezaketini de göstermişlerdi.

Fakat NATO’nun önemli iki ülkesi olarak NATO’da iki önemli müttefik olarak nasıl oluyor da NATO’yla yakından uzaktan alakası olmayan bir Ermeni lobisine Türkiye’yi değişiyorsunuz? Muhatabımızla iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak artık bundan sonrasına yönelik nasıl adımlar atacağız buna bakmamız gerekiyor. Aksi takdirde ilişkilerimizin 24 Nisan açıklamasıyla düştüğü yeni seviyenin gerektirdiği pratikleri hayata geçirmeye başlamaktan başka çaremiz kalmayacaktır.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı kardeşim Aliyev’le de Ermenistan’la yapılan anlaşmanın uygulanması ve son gelişmeler çerçevesinde atılabilecek ortak adımlar hususunda bir telefon görüşmesi yaptık. Yıllarca çözümsüzlüğü çözüm diye dayatanlara en güzel cevabı Azerbaycan’la birlikte Karabağ’da verdiğimizi biliyorsunuz. Önümüzdeki günlerde bu çerçevede atacağımız adımları daha da detaylandıracağız.

“BİZ BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE’NİN İNŞASI İÇİN İÇERİDE VE DIŞARIDA NE GEREKİYORSA YAPMANIN GAYRETİ İÇİNDE OLACAĞIZ”

Tabi asıl üzüntümüz, içimizdeki bazı kesimlerin de tarihi hakikatlere sırtlarını dönerek soykırım yalanına sarılmış olmalarıdır. Dıştan ve içten bu şekilde bir saldırı altındayız. Kendi vatanına, kendi halkına aleni ihanet içine giren bu kesimlerin takdirini milletimize bırakıyoruz.

Biz büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası için içeride ve dışarıda ne gerekiyorsa yapmanın gayreti içinde olacağız. Evlatlarımıza özgür ve müreffeh bir ülke bırakana kadar bu mücadeleyi gerektiğinde canımız pahasına sürdüreceğiz.

Aziz milletim, koronavirüs salgını dünyayı kasıp kavurmaya devam ediyor. Zaman zaman artan, zaman zaman azalan bir seyir izleyerek süren bu salgın krizini ülkemiz ve milletimiz için en hayırlı şekilde yönetmeye çalışıyoruz.

Sağlık hizmetleri konusunda hamdolsun herhangi bir sıkıntı yaşanmıyor. Vatandaşlarımızın aldıkları sağlık hizmetlerinin kalitesini yükseltmek için ilave adımlar da atıyoruz.

Bu çerçevede sağlık uygulama tebliği listesinde yer alan işlemlerin tamamı için yüzde 10 ile yüzde 20 oranında tıbbi malzeme fiyatlarında ise yüzde 10 oranında artış yaparak sağlık sistemimizi destekledik. Ayrıca toplamda 115 bin vatandaşımızı ilgilendiren diyaliz hizmetlerinin bedelini yüzde 20 artırdık. Yine 34 bin vatandaşımızın faydalandığı çölyak tedavisinin ödeme tutarında şimdi yüzde 25 ve Ağustos ayından itibaren de ilave yüzde 25 artış yaptık. Sosyal Güvenlik Kurumu bütçemize maliyeti 7 milyar lirayı geçen bu düzenlemelerin milletimize ve sağlık sektörüne hayırlı olmasını diliyorum.

Ayrıca, hem salgın dönemini, hem Ramazan ayını gözeterek ihtiyaç sahibi ailelere dağıtılmak üzere başlattığımız patates ve soğan dağıtımlarında 103 bin tonu geride bıraktık.

Diğer yandan, artan vaka ve vefat sayıları bizi Ramazan ayıyla birlikte tedbirleri sıkılaştırmaya mecbur bırakmıştı, bu tedbirlerin neticelerini yavaş yavaş almaya başladık.

“VAKA VE VEFAT SAYILARI YÜKSELDİĞİNDE KISITLAYICI TEDBİRLERİN ARTTIRILMASI KAÇINILMAZ HÂLE GELMEKTEDİR”

Bugün Kabine Toplantımızın salgınla ilgili son gelişmeler bölümünde enine boyuna değerlendirmesini yaptık. Amacımız, tedbirlerin temizlik, maske, mesafe kurallarından asla taviz vermeden vatandaşlarımızın hayatlarını en az etkileyecek şekilde uygulanmasını temin etmektir.

Vaka ve vefat sayıları yükseldiğinde kısıtlayıcı tedbirlerin arttırılması kaçınılmaz hâle gelmektedir. Ramazan Bayramının ardından hayatımızı kolaylaştıracak adımları atabilmemiz için rakamların bugünün çok daha altına düşmesi şarttır.

Avrupa’nın açılma sürecine girdiği bir dönemde bizim geride kalmamak için vaka sayılarımızı süratle 5 binin altına indirmeliyiz, aksi takdirde turizmden ticarete ve eğitime kadar her alanda ağır bir faturayla karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz olacaktır. Hedeflediğimiz rahatlamayı sağlayabilmek için önümüzdeki günlerde hep birlikte biraz daha fedakârlık yapmamız önem arz ediyor.

Öncelikle şu hususu belirtmek istiyorum: Özel hastanelerde yoğun bakım ve aşı hizmetlerinden dolayı ücret talep edildiğine dair şikâyetler alıyoruz. Hukuken bu hizmetler için vatandaşlarımızdan hiçbir ücret talep edilemez. Yoğun bakım ve aşı hizmetleri sebebiyle ilave ücret talebiyle karşılaşan vatandaşlarımız bu durumu Sağlık Bakanlığımıza ve Sosyal Güvenlik Kurumumuza bildirirlerse failleri hakkında gereken işlemler derhal yapılacaktır, çünkü bunların yaptırımı vardır.

Salgın başladığından beri filyasyon ekipleriyle birlikte yoğun mesai sarf eden muhtarlarımızın aşılarına başlanacağının müjdesini de bu vesileyle vermek istiyorum.

Bayram sonrasına kadar sürecek yeni tedbirlerimiz şu şekilde olacaktır: 29 Nisan 2021, yani Perşembe akşamı saat 19.00’dan başlayıp 17 Mayıs 2021 Pazartesi sabah 05.00’a kadar sürecek şekilde tam kapanmaya geçiyoruz, bu tarihler arsında kesintisiz sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacaktır.

“YAŞLI VEYA AĞIR HASTALIĞI OLAN VATANDAŞLARIMIZ, VEFA EKİPLERİNDEN DESTEK İSTEYEBİLECEKLERDİR”

İçişleri Bakanlığı genelgesinde belirtilen üretim, imalat, gıda, temizlik, sağlık gibi alanlarda istisna tutulan kuruluşlar hariç tüm iş yerleri faaliyetlerine ara verecektir.

Yeme-içme sektöründe sadece paket servisle hizmet verilebilecek, şartları uygun olan işletmeler bu hizmeti gerektiğinde kesintisiz devam ettirebilecektir.

Zincir marketler Pazar günleri kapalı olacak, diğer günlerde belirlenen saatlerde hizmet vermeyi sürdürecektir.

Şehirlerarası seyahatlerin tamamı izne tabi olacak ve şehirlerarası toplu taşıma araçları yüzde 50 kapasiteyle çalışabilecektir.

Önceki uygulamalardan farklı olarak bu defa konaklama tesislerindeki rezervasyonlar sokağa çıkma ve şehirlerarası seyahat kısıtlamaları için istisna teşkil etmeyecektir.

Hizmetlerini sürdürecek olan kamu kurumlarındaki personel uzaktan veya dönüşümlü çalışmaya yönlendirilecektir. Uzaktan çalışan kamu personeli de sokağa çıkma sınırlamasına tabi olacaktır.

Anaokulu, kreş, 8’inci ve12’nci sınıflar dâhil tüm kurumlarda yüz yüze eğitime ara verilecek, tüm sınavlar ertelenecektir.

Tarım sektöründe çalışanların faaliyetlerini salgın tedbirlerine uygun şekilde yürütebilmesi için gereken düzenlemeler ayrıca yapılacaktır.

İhtiyaçların karşılamak için sokağa çıkamayan yaşlı veya ağır hastalığı olan vatandaşlarımız VEFA ekiplerinden destek isteyebileceklerdir.

Vatandaşlarımızın mağdur olmaması için kurumlarımız gereken tüm tedbirleri alacaktır, biz de bunların yakın takipçisi olacağız.

Türkiye bakımından çok önemli olan bu sürecin hedeflediğimiz sonuçları verebilmesi için kurallar en sıkı şekilde uygulanacak, tedbirlerin istismarına kesinlikle izin verilmeyecektir. İnşallah bu fedakârlıklarımızın karşılığını bayram sonrası hep birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu, müreffeh günlere ulaşarak alacağız.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyor, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.”

Kaynak:https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/127723/-29-nisan-2021-persembe-aksami-baslayip-17-mayis-2021-pazartesi-sabahina-kadar-surecek-sekilde-tam-kapanmaya-geciyoruz-

Son Güncelleme: 26 Nisan 2021